Şifa dağıtıyor ölü bir tarihin hortlakları
24 Saat açığız diye haykırıyor
buna karşın yarın acenteleri
Heveslerin insanıysa şaşkın
Yurttaşın zihni parçalanmış
“bakınız..” diye giriyor söze, kadrolu televizyon tartışmacımız…
Kısmen polis
Kısmen hırsız
Kısmen dikkatli
Kısmen dalgınız
“Her şeyden önce…” diyerek başlıyor yazısına, her günkü köşe yazarımız…
Kapitalistiz, feodaliz
post-modern ve de oryantaliz
“Yapılan son araştırmaya göre…” diye bilgilendiriyor bizi, saçaklı Web-a Sayfamız…
İşçiler patron oldu (Yaşasın!)
Patronlar çağ atlamış (İnanırsanız…)
Sızlanıp duruyor cim (Savcısının) karnında, itirafçının itirafçısı itirafçımız…
Hidayete erecek diyorlar bazılarımız, alışacağız
“Münkirler cehenneme!” giderlerse, arayacağız
“Size gelsin” diyor, “bu unutmak şarkısı”, sesler süvarisi arkadaşımız:
“Şiir bir ülkenin vicdanıdır derlerdi eskiden, billahi yalandır.”
Dip su gibidir, kimi deli çay gibidir kavimler, gelirler
Sevgili gibidirler
Kısmen sadık eş, kısmen metres kadın
Kısmen işbirlikçi, kısmen yurtseverdirler
Çağdaş, tutucu, laik, dindar, milliyetçiler
Bazı Türk, bazı Kürt, bazı Çerkez
Eskiden Alevi, sonradan Sünni’dirler
“Bu kararlı karmaşanızı sakın bir yana bırakmayınız!”
diye öğütlüyor, dolaylı dilleriyle, emekli büyükelçiler…
Kısmen cüz, kısmen bütünüz
Asılız, aslı gibiyiz, suretiz; dahi kopyayız…
Tarafsız bir dille aktarıyor merkeze, bütün bu olanları, yabancı gözlemciler…
Durum endişe verici kimine göre
Oldukça ümitli, ötekine sorsanız
“Ündür yorumu bugünün” diyor, yedi-yedi atan bir zar sahibi derken gökdelenlerden…
Hülya Avşar, İbrahim Tatlıses
Deniz Baykal, Recep Erdoğan’ız
Bense; şairliğe vurdum kendimi, yalan yanlış yazarım…
Vesaire, vesaire, ardından üç noktayız
Herkesiz… her şeyiz… birazız… fazlayız…
Hiçbir şey… de diyebiliriz buna… hiç kimse…
bir… diğer… bir başka… deyişle…
Bir ad arıyorum, ana rahminde zavallı bir bebek
gibi kıvrılmış bugüne…
Ana rahminde mi, zavallı mı, bir mi, bebek mi
kıvrılmış mı, bugün mü, diye diye…
Bilmenin peşinde kaybettiklerime ağlarım.
Dağılan bir ömrü dizeler tutar mı?
Şarkılarla avunabilir mi bekleyişler?
Yalnızlıklara ağarak mı yağar yağmurlar?
Ya renkler nasıl emzirir rengi yitmiş gözleri?
Gök, bu denli geniş olmasa derdi o
Son bulmasa yolculuklar yolculuklarla
Cevaplarımız olursu bizim de
sorulunca
Solungaçlarımız
dalınca derin sulara
Karıncalar götürmese kısmetimizi
Kuşlar ömzumuza kısmet diye konmasa
Şiir yazmaz
bir meslek tutardık
gündüz
koşardık geceleri
rahvan atımızın sırtında
Kaç kent olduğunu sorardı o
ne zaman kentlerden söz açılsa
Kentlerde kaç sokak
kaç yitik yüz sokaklarda
Ve nasıl anlatılırdı
Gizemi aşk ağacının
örtündüğümüz
her güz bir yaprağıyla
İşte o ağacın çapaklarıyla
parçalanıyor yüreğim
dedi giderken
Bense bilmez
Bir kayadır derdim eskiden.
Yazardın bu şiiri
konuşsak
götürse sözler yürekte doğan sevinçleri
Sözler mi yürektekini vaftiz edecekti
kim sözler yüzünden aşklar yitirmedi
Yan yana olsak
yani çok uzak
anlardın
bu şiiri
Kükreyen bir gök buluştururdu oysa bizi
savrulan sağanak okşardı ürperen tenimizi
-bilirim kırgınsındır bu yüzden başka kadınlar gibi-
Gözlerimde saklayarak, ısıtarak yüreğimde
korudum barbar sözler istilasından çünkü seni
Sustum
Dönüşmesin diye sonun başlangıcına ilk sözüm
aklın bile ilişmesin diye sevincimize
gömdüm
o sessiz lahde ikimizi.
Zor seçilen bir renk bu
aktan beyaza doğru
Kendine sığınmanın küçüklüğü
Mors ve fok avcılığı kışları
yazları buzdaki alev sıcaklığı
Çiğ et yemem yadırganmamalı bu yüzden
bir de akrabası az bir dilin uzaklığı
Bana birkaç ünlü verin giderken
Anı değil bana, biraz yaşantı
İsa’yı çizecekler gövdeme çünkü
kanlı kamalarıyla az kaldı
Dünüme tur tertipleyecek
seyahat acentaları
Kısık gözlerimi gerin göğüme
güneş yurdumu talan etmeden
Şu buhar yükselen yollardan yazları
güllerinizi sularken beliren gökkuşağı
sizin olsun
Benimki
çatlayan bir göl tuhaflığı
Tahta üflemeli
tenor
ve bas bir çalgı
verin bir de
üflemeye metal yüreklere
Kürküm evladıma kalsın.